26 Nisan 2009

bop'la konuştum, haberler iyi!

yoga kursu: 500 $,
mastercard'la..

dijital fotoğraf makinesi: 300 $,
mastercard'la..

oytun'un yoga yaparken içine düştüğü düştüğü çaresiz ve odun hali görmek,
paha biçilemez!

17 Nisan 2009

turn your lights down low

jamaika'ya gitme isteğimin de, lauryn hill'i sevmemin de arkasında bu klip var. beni tavlayan klibin ilk ve son sahneleri olmuştu. şarkı da güzel tabii.

08 Nisan 2009

alice on drugs

alice'in kafası mantar kafası!

bu aralar...

bu aralar zevk aldığım tek şey fizik çimleri'nde yorgunluktan ölene kadar top tepmek.

geriye kalanlarla benim yerime ilgilenmek isteyen?

25 Mart 2009

Geceyarısı Ekspersi 2 - Yemekli Vagon

Çok uzun bir aradan sonra merhaba sevgili takipçilerim. Görüyorum ki ben yeni post girmedikçe takipçilerim artıyor. Sanırım Lessie bize birşey anlatmaya çalışıyor. Herneyse, konumuz bu değil. Konumuz, geceyarısı öğünleri ve bu öğünler sayesinde yaşadığım aşçılık kariyerimin zirve anlarından biri.


Beni bilenleriniz bilir, iflah olmaz bir oburumdur efendim. Oburluğum da en çok geceyarısı azar. Götümü kaldırıp yatağa gitmeye bile üşendiğim o anlarda midemden gelen haraslamalara kayıtsız kalamam ve derhal mutfağa seyirtirim. Bilirsiniz, yaparım bunu. Ve genelde bu mutfağa seyirtmelerim hayırlara vesile olmaz, öyle iki büsküviyle geçişmez o açlık. Kıçımdan sıktığım birçok makarna tarifi de böyle uzun gecelerde çıkmıştır.

Makarna uzmanlık alanım desem pek yanlış olmaz herhalde. Hayatım bir dolu abuk-subuk, ekstrem makarna sosları keşfetmekle geçti. Çokça saçmaladım. Çok karışık ve ağır makarnalar yapıp mide fesadı da geçirdim. En sonunda gördüm ki, güzel bir domates soslu makarna aşkların en güzeliymiş. Ve kariyerimin zirvesine az sonra vereceğim oldukça "minimal" ve "hafif" tarif ile çıktığımı belirtmek isterim. Özellikle "hafif" olması çok önemli, keza saat 01:00'i geçti mi benim midem bile tereyağlı kollestrol bombalarını kaldıramıyor.

Neyse. Tarif aşşağıda. Ölçülerimiz bardakla, kaşıkla.


Süre: 15 dakika (evet, sadece 15!!!)
Porsiyon: 2 kişilik (normal 2 kişi)
Malzemeler:
250 gr (yarım paket) Makarna
2 adet küçük salkım ya da 1 adet kocaman Ayaş domates
2 adet sivri biber
1 diş sarımsak
Domates Salçası
Kimyon
Tuz
Zeytinyağı

Öncelikle makarnayı haşlıyoruz, bunu bilmeyeniniz yoktur sanırım. Makarna haşlanırken bir yandan domatesleri ve biberleri temizleyip (kabuk soymak olsun, biberlerin oratasındaki anlamsız çekirdekli kısmı çıkartmak olsun) blender'a koyuyoruz. Bir yemek kaşığı domates salçası, bir çay kaşığı tuz ve ondan biraz daha fazla kimyonu (ki işin püf noktalarında biri kimyon) ilave edip hepsini blender'dan geçiriyoruz. Domates ve biberin "ölme" süreleri çok yakın olduğu için hepsini birden karıştırmak bir sorun yaratmaz, rahat olun. Daha sonra haşlanan makarnayı süzüp, boş tencereye göz kararı zeytinyağı koyup önceden dövdüğümüz (dövdük değil mi?) bir diş sarımsağı pembeleşinceye ya da tüm evi sarımsak kokusu kaplayıncaya kadar kavuruyoruz. Eğer sağlam bir davlumbazımız yoksa, bunu yapmıyoruz. Unutmayın ki bu bir gece yemeği ve biz evdekileri sarımsak kokusuyla uyandırmak istemeyiz. Bu arada, sadece zeytinyağının makarnada nasıl duracağına dair süpheleriniz varsa biraz tereyağı eklemenizde bir sakınca görmüyorum, açıkçası ben ekledim. Herneyse, sarımsakları hallettikten sonra blenderdan geçirdiğimiz sosu da tencereye boşaltıp iki-üç dakika karıştırdıktan sonra süzdüğümüz makarnayı da ekleyerek bir süre karıştırarak pişiriyoruz ve altını kapattığımız gibi mideye indirip zıbarıp uyuyoruz.

Makarana olarak burgu ya da midye gibi sosu içine alan makarna türlerini tercih ederseniz, sosunuz piç gibi tencerenin dibinde kalmaz. Ayrıca eğer evinizde güzel bir acı biber salçası varsa çok abartmamak kaydıyla hafif bir acı ve lezzet katması için kullanabilirsiniz, keza bir dahaki sefere ben kullanacağım.

Son olarak, en lezzetli ve (doğal olarak) en zararlı yemek yatmadan önce yenendir der, cümlenize iyi tıkınmalar dilerim.


Not: Çektiğim fotoğraflarda bir yemek kitabı havası yakalamak istedim amma sevgili HP izin vermedi, biraz bulanık çıktı. Hiç te böyle yapmazdı namıssız, kendisi 5 megapiksel de...

Not 2: Hepsini yedim. Ohhhhh.

01 Mart 2009

şifayı kaptım


ilkokuldan beri böyle hasta olduğumu hatırlamıyorum.
tüm günümü yatakta ağrı kesici-ateş düşürücü-antibiyotik-vitamin hapları tüketerek geçirdim.
böyle durumlarda en iyisi televizyon izlemek. ben de öyle yaptım. izlemediğim program türü kalmadı. iki yeni diziye başladım.

herneyse. klişeyle bitirelim.
bu havalar sakat, ne olduğunu anlamadan şifayı kapıverirsin.
aman diyim.

28 Şubat 2009

bir cuma gecesi sporu olarak pilates


cuma gecesi saat 2 sularında ne yapmak uygun kaçmaz?

a)gecelerde çılgın atmak / evde alkol tüketmek
b)uyumak
c)mallamış bir şekilde televizyona/bilgisayara bakmak
d)seeeks, seeeks, seeeeeeeks
e)ebru şallı ile pilates

bu ülkede cuma gecesini tv8'de ebru şallı ile pilates yaparak geçiren insanlar var. halimize şükredelim.

"kalçayı sıkmazsak hiçbir anlamı yok. sık kalçayı, sık sık sık sık..."

Daddy Cool


we're crazy like a fool
what about it daddy cool

05 Şubat 2009

teknoloji ile sınavım

teknoloji konusunda iyi değilim. bilgisayarlardan anlamam, 7 yıldır aynı bilgisayarı kullanmakla beraber bunun son 4 yılını upgrade planlarıyla geçirmişimdir. artık bilgisayarıma uyumlu parçaların piyasada olmadığını anlamam ve kabullenmem için bile çok zaman geçmesi gerekti.

bu kadar para verip aldığımız birşeyin (kompüter) bizlerden daha zeki ve çok daha sorunsuz olması gerekmez mi ha gerekmez mi? yeri geldiğinde ihtiyaçlarımı düşünmesi, bana bakması hatta ben bozulunca beni tamir etmesi... herşey tek yönlü şu zalım teknoloji dünyasında. aman efendim upgrade, yok efendim kafam karıştı bi format, kıl oldu, tüy oldu, o program onunla çalşımaz, bu oyun şununla çalışmaz, bunu indir, ötekini kaldır, diğerini güncelle...

YETER ULAN!

herneyse, yine bilgisayarımın 15 dakikada açılmaya ve bir seferde 3'ten fazla program çalıştırınca bozuk atmaya başladığı bir dönemde o korktuğum kelimeyle karşı karşıya kaldım: FORMAT. şimdi hallettikten sonra "o kadar da zor değilmiş lan" dememe rağmen ne çektiğimi ben biliyorum.

herşeyden önce her format döneminde taaa windows 98 döneminden kalan eski bir bilgi aklıma gelir ve bir bilge gibi sakalımı kaşıyarak şunu derim: "hmm, fotmat disketi hazırlamak gerek."


ne münesebet efendim, ne münasebet. artık uzay çağındayız, kalmadı disket falan. koyuyosun xp cd'sini, bilgisayarı bios'tan cd-rom ile başlatıyorsun (işte başlıyor), sonra restart atınca adımları takip ediyorsun. biz windows 98 çocuğuyuz, koyar mı bize. hey yavrum hey.

bu ruh haliyle formatı atıyorum ve muzaffer bir edayla 800X600 çözünürlükteki bomboş masaüstüme bakıyorum. çok kolay oldu lan. bill gates akıllı olsun!

kolay oldu sanıyorum ama asıl olayın kıllısı şimdi başlıyor. bi kere bu ikonlar bu kadar büyük olmaz. ekran kartı driver cd'si arıyoruz. tüm odayı dağıtmak pahasına buluyoruz ve bu iş halloluyor. sesi de ufak bir sinir harbi sonrasında hallediyorum. internet kısmı her seferinde beni çok zorluyor. sanırım yaşadığım o sıkıntılı anları bilinçaltıma itiyorum, o yüzden her seferinde baştan başlamam gerekiyor. ben sanmıştım ki adsl'e geçince her seferinde modem driver'ı yüklemekten kurtulurum. tak-bağlan. yok, yine yeni yeniden driver. eşşek kadar modem oldun, hala driver da driver diye ağlıyosun lan. yazıklar olsun.

evet kompüter, bu sana son ihtarım. bir daha uğraşmam formatla bokla püsürle, koyarım kapının önüne.

28 Ocak 2009

are you player? are you big player?


Yine pes'te kürşat efendi'ye karşı seri mağlubiyetler aldığım (genel tabirle "elime aldığım", ama ben bunu kullanmayı pek tercih etmiyorum) bir günün ardından bunun sebeplerini sorguladım kendi içimde. Bu kadar iyi bir futbol vizyonum ve mentalitem olmasına ve artık yavaş yavaş girdiğim pozisyonları da değerlendirmeye başlamama rağmen neden sürekli yeniliyordum? Araştırdım ve sebepleri bir bir buldum.

1- Savunma zaaflarım var. 4 atsam 5 yiyorum, hiç atamasam yine 5 yiyorum.
2- Bu kürşat ibnesi çok yüzdeli atıyo. Girdiği her pozisyon gol nerdeyse. Kapattığı köşeden....
3- Çabuk demoralize oluyorum.
4- Kürşat'la oynarken üzerimde kadıköy'de fener'in karşısına çıkmış mondragon ürkekliği, hasan şaş gerginliği var sürekli.
5- Ben istiyorum ki pes gerçek futbol gibi olsun. Oyun mantığına alışamıyorum. Rakibim çok kayınca siksik oluyorum. Gerçek futbolda bunlar yok.
6- Hakemler hep bana karşı.
7- Pas olayını çözemedim. Adamlar kafasına göre atıyo pasları. Burnunun dibinde adam var lan, kör müsün?
8- Kol bozuk.
9- Del Piero. Adeta futbolunun ikinci baharında. Yatacak yerin yok Alessandro!
10- Tüm "hayrettin demirbaş"lar beni buluyo. Hayrettin yapmaaaa... Hay-ret-tin yapma!

Yoksa çok iyiyim. Yardımlaşma, çok güzel kombinezonlar, kollektif uyum, hakanşükürtipipivotsantrfor, bloklar arası bağlantı... Hepsi var ama şans yok. Yoksa ohoooo...